- Bilimin peşinden koşmak: Kimsenin çözemediği, insanlığın en büyük sorunlarına bir çare bulmak mı istiyorsunuz? Çözdüğünüzde nasıl hissedeceksiniz? İşe yarar? Dahi? Mutlu? Ünlü?
- İşkolik olmak: Patronunuz daha fazla para kazansın diye mi? Yoksa bir şeylerden mi kaçıyorsunuz? Hayatınızda daha büyük bir anlam yok mu işinizde başarılı olmanın dışında? Bu yüzden olabilir mi?
- Kitap yazmak: Yazmak mı çok sevdiğiniz? Kimsenin görmeyeceğini bildiğiniz bir günlük tutsanız, orada yaratsanız hikayelerinizi, karakterlerinizi. Ya da yazıp kendinize saklasanız olmuyor mu? Neden?
- Blog, Facebook, Twitter: İnsanlarla bildiklerinizi, deneyimlerinizi paylaşmak mı en temelde yapmak istediğiniz? Yoksa bir şeyleri mi kanıtlamak istiyorsunuz? “Çok komik çoçuk” diyebilirler. “Helal len ne zeki herif” diyebilirler. Müzik zevkinizi görüp, dinlediklerinizden sizin ne sevilesi bir insan olduğunuzun farkına varabilirler? (Bkz: Sosyal Medya ve “Ben” :P)
Hepsi en sonunda sevilme ihtiyacımıza dayanıyor. O, hiçbir zaman dolduramayacağımız bir kara delik gibi. Sürekli sevilmek, daha fazla kişi tarafından sevilmek istiyoruz. Ünlü olmak için yanıp tutuşanlar mesela.
Bu yüzden sevilmek için (yukarıdakiler de dahil) binbir türlü şey yapıyoruz. Ama kaçırdığımız nokta, o sevdirdiğimiz, gerçek benliğimiz değil. Kendi yarattığımız bir karakter. Sevenler bizi sevmiyor yani. O şeyleri yapan karakteri seviyorlar.
Hadi itiraf edelim; hepimiz biliyoruz ki, yaptığımız o “iyi” şeyleri çıkarttığımızda kalan “ben” bambaşka bir şey.
“İyi” olmak için adım atmaya niyetlediğimiz anda kendimizin yeterince iyi olmadığını kabul etmiş olmuyor muyuz? Bu da bizim özümüzün yeterince iyi olmadığını gösteriyor zaten : )
Düşünün, herkes “iyi” olduğunu biliyor olsa, bu kadar çok sanat eseri doğar mıydı? Neden birilerine “iyi” şeyler yapabileceğimizi göstermeye uğraşıyoruz sizce? Hiç birisine kolunuzun olduğunu kanıtlamaya çalıştınız mı?
Daha fazla uzatmayayım. Genel olarak neleri, neden sorduğumu az çok farkettiniz. Siz de bir sürü şey bulabilirsiniz kendinizle ilgili olmadığını düşündüğünüz. Ve ardından bir sürü soru sorabilirsiniz. Cevaplarının bir şekilde sizin üzerinden geçtiğini, en kötü teğet geçtiğini görebilirsiniz belki.
Aslında konuşmak istediğim bu “ben”cilliğin tü-kaka gösterilmesi. Ne zaman başladı acaba? İnsanların salt kendisini kayıran şeyler yapması ne zamandan beri “ayıp” olmaya başladı.
Mesela, mağrada tek başına yaşayan o ilk insan için ayıp diye bir şey var mıydı? Bencil olduğunda kendisini kötü hissediyor, ruhu daralıyor muydu?
Asıl soru şu sanırım; “İnsan, tek başına bencil olabilir mi?”
İnsan, toplum denilen birlikteliğe hiç dokunmamışken, yalnız yaşarken bencil olabilir mi? “Bencil” gibi kötüleyici bir kelimeye ihtiyaç var mı?
Toplum birlikteliği ifade eder. Birlikte yaşayanlar topluluğu. Toplulukların devamı paydaşlıktan geçer. Benzer amaçlarınız olabilir, aynı doğruya inanıyor olabilirsiniz, birlikte başkalarına karşı savaşmış olabilirsiniz, farketmez. Hepsi aynı. Topluluğu bir arada tutan güç, su moleküllerini bir arada tutan güçle aynıdır. Ya da şöyle diyebiliriz, su ile ateşi ayıran şey, atomlarındaki moleküler diziliş farklılığıdır. Farklılık. En temelde konuştuğumuz şey farklılık ya da ortaklık. Yani; toplum ya da başka bir toplum.
Peki, gelelim bencilliğin neden kötü olarak kabul edildiğine.
Cevabım; Düzenin sürekliliğinin korunması için.
Toplumun genelinin tü-kaka yaptığı her şey, üzerinde baskı kurduğu tüm eylemler, düşünceler eriyip gitmeye mahkumdur. Bu, toplumun kendi içinde istikrarı koruma yoludur. Aykırı olan her şey, toplumun sürekliliği ve dolayısıyla toplumdaki her birey için bir tehdittir (Bkz: Komplo Teorilerinden Önce Kendimize Birkaç Soru Soralım).
Tanrı’ya inanmayan birine şu soruyu sorsak; “Dünya üzerindeki herkesin, senin gibi Tanrı’ya ya da onu, yaptığı kötü şeyler nedeniyle cezalandıracak bir gücün olmadığını düşünmesini ister misin?”
Eğer varlığını devam ettirmek isteyen biri ise, kendi içinde kesin olarak vereceği cevap “Kesinlikle hayır!” olacaktır. Denge ile kaos arasındaki fark, kuvvetler toplamına bağlıdır. Eğer insanlar kendilerinden daha güçlü bir otoritenin/tanrının olmadığını düşünmeye başlarlar ise günlük hayatta verecekleri her karar, saf bir bencillik dürtüsünden doğacaktır.
Bu yüzden anayasa, din, mahalle baskısı vardır. Ve varolmalıdır. Bu yüzden empati göklere çıkartılır, ego yerin dibine sokulur.
Tüm bu gerçeklere rağmen, evren her daima kaosa doğru yol alır.
Daha doğrusu evren, denge ile kaos arasındaki enerji değişim döngüsüdür. Ve sosyal anlamda, bu döngünün hiç durmadan devam etmesine neden olan şey de bencilliktir.
Bencillik hem düzenin, hem de kaosun yaratıcısıdır.
Öyle bir şey yapın ki, hiçbir şey yapmamış olun. Başarabilir misiniz?
Yorum Gönder
Görüşlerinizi belirtin :